1970 Lİ YILLARDAN BİR ANI :

 

BİR ZAMANLAR GÜLNAR KAYRAK TAN GEÇTİM

 

Sabahleyin, güneş dağların arasından doğarken uyandım. Serin bir rüzgar esiyordu. Bağa gittik, üzüm kestik, sepetlere dolduruldu. Eve getirildi. Şıran alıkta ateş yakılmıştı. Üzümler havuzda çiğnendi, üzüm suları kaplara alındı. Kazanlara kondu, kaynamaya başladı.

Ev ile bağlık arası, taşlık bir yer, bağların etrafında,   kaba pelit ağaçları var. Biraz yukarılarda çam ağaçları yer alıyor. Yolun kenarında kurumuş meşe kütükleri var. Yarı parçalanmış, bir çam kütüğü eskimiş, tozlanmaya başlamış.

 

Pekmez kaynatılırken, Nuru köyünden Mehmet Ali Şefik Amca geldi. Söyleşi kurduk. Kıbrıs, hükümet, geçim derdi. Kayrak ‘a un öğütmeye gidiyordu. O gidince ben de , kendimi dağlara verdim. Yeni ekilmiş tarlalar içinden , havada uçarcasına yürüdüm.  Ara sıra patika yollara girdim.  Meşeler, çamlar derken ardıç ağaçlarının yanından geçtim. Günlerden sonbahardı ama, yürüdükçe yüzümden siyem, siyem terler akmaya başladı. Patika, yol, tarlalar derken, Kayrak köyü aşağılarda kalmıştı. Yanlamasına, yokuş, yukarı tırmanmaya devam ettim. Yukarı çıktıkça nefesim açıldı. Artık ince yapraklı, katran, iledin ağaçlarının gölgesinden geçmeye başladım. yüzüme değen yapraklar ve etrafa yayılan katran ağacı kokusu.

 

Ormanın içime giren kokuları ile yorulduğumu bilemedim.  Kara, kara ocaklıklar görmeye başladım. kayalıkların üstünden hoplaya, zıplaya geçtim. Bir yaylak evi( sayvandı)  ile karşılaştım. Önünde kıraç bostan ekilmiş. Karpuz, kelek , güne bakan var. Ağıl içinde bir sarnıç var. Eve uğramadan dağa tırmandım. İlk defa gördüğüm ağaçlar vardı. Elimi yapraklara değdim, bir hoştu. Sakızlar elime bulaştı. Bir koku yayıldı. İledin mi, katran mı bilemedim. Başımı kaldırdım. Göklere doğru uzanıyordu. Dallar, üst , üste basamak , basamaktı. Örgü, örgü örülmüştü. Yağmur yağsa aşağılaya sular sızmazdı.

 

Bir hışırtı duydum. İrkildim. Bayağı da korktum. Bir geyik sürüsü aşağılardan yukarı kayalıklara doğru, hoplaya, zıplaya çıkıyordu. Onlara, baka kaldım. Kayanın başına oturdum. Onlar kayboluncaya kadar onları izledim. Az ilerde bir kaya vardı. Kenarlarından dolana, dolana başına çıktım. Aşağılarda katranlık korusu vardı.   Daha aşağılarda  ise, Göksu vadisi uzanıyordu. Vadiden sonra Toros Dağları. Ali Boba, Yüğlük Dağlarına doğru, inceden, inceye gözüken dağ sıraları.

 

İçim içimi yiyorum. Bir tat geliyor. burnumdan ağzıma gelen kokuların beynimde yansımasını görür gibi oluyorum. İçim, içime sığmıyor. Ah bir uça bilsem, bir kuş olsam. Şu katran korusunun üstünden geçsem.

 

İledin ağacının başına bakıyorum. Kozalar olmuş. birini koparmalıyım. Ama nasıl ? birine yaklaşıyorum. Bir koku geliyor. ya böcü, börtü varsa diyorum. Taş atıyorum. Ama kozalara tutturmak çok zor.  Ceketimi çıkarıp,  ağaca tırmanıyorum.  Tırmandıkça zevkten, dört köşe oluyorum. Bir de bakıyorum, ağacın tepesindeyim. Çam kozasından biraz uzunca. Üzerinde sakız var. Sakız elime yapış, yapış oluyor.  Birkaç tanesini aşağıya atıyorum.

Çıkarken içime kadar gelen kokuları, inerken de hissediyorum. Koku beni başka dünyalara götürüyor. Sanki ölümsüzlüğe ulaşmış gibi oluyorum.

 

Elime yapışan sakızı yalıyorum. Ağzım yapış, yapış oluyor. Susadığımı hissediyorum. Kozakları ve iledin dalını fileye katıyorum. Üzerine günce karalaması ve Orhan Kemal ‘in  Kanlı Topraklar kitabını koyuyorum.  Elim iyice sakıza beleniyor. Fileyi bir elime, radyoyu bir elime alıyorum.

Bu kez aşağılara iniyorum. Kayaların, üzerinden, tarlaların içinden Sarnıcın yanına geliyorum.  Yanında bir kadın duruyor.

“ Teyze su içebilir miyim? “

“ kuyuya kertenkele düştü içilmez. “ diyor. Önce anlamıyorum. Tekrar edince hevesim boşta kalıyor.

Elimdeki yük, ilerledikçe çoğalıyor gibi. Dönüş zor oluyor. Giderken duyduğum heyecan yok. Artık patika yollardayım. Ardıç, andız ağaçlarının yanından geçiyorum. Zaman, zaman elimdeki file ağacın dallarına takılıyor. Susuzluk iyice çoğalıyor. Kollarım yoruluyor. Bu gün,  yeni sürülmüş bir tarlanın içinden geçerken, taze toprak kokusu geliyor.  Bir çiftlik evini görünce kendime geliyorum.  Evin bacasından dumanlar çıkıyor. Evin arkasında su kuyusunu görünce hazine bulmuş gibi seviniyorum. Kuyudan kova ile su çekiyorum. Elimi yıkamak istiyorum. Sakız çıkmıyor. Vaz geçip, suyu kana , kana içiyorum.

 

Tarların içinden geçerken, koşulu bir çift öküzünü görüyorum.  Boyunduruğu ile birlikte yatmışlar, dinleniyorlar.  Biraz yürüyünce, traktör yoluna giriyorum. O yol sanki bana asfalt yol gibi geliyor.

 

İki, üç büyük kaba pelit gölgesinde keçiler yatıyor. Geviş getiriyorlar.  Köpekler havlayacaklar diye bekliyorum ama ses, seda yok.  Yörük çadırlarının yanından geçiyorum. Çocuklar çıngırak kurmuşlar, oynuyorlar.

 

Emmiminim bağına giriyorum. Tak kara üzümler var, bir de mor üzümler. Birer cilttim koparıp yiyorum. Evde kimse yok. Açkıyı bulup kapıyı açıyorum. Hemen gaz yağı şişesini bulup, elimi yıkıyorum. Oh dünya varmış.

Biraz dinlenip, çiftlik evinden  Gülnar yoluna çıkıyorum. Bakıyorum cebimde 100 kuruş var. Eh otobüs 200 kuruş, yaya olarak 3 saatte Gökbelen e geliyorum.

Akşam yemekten sonra yorgunluğumu unutup, Hasan Gündoğdu nun yanına gidiyorum. Onlarda komşu evde kalıyorlar.  Bağ Arası üstünde ortağına çift sürmeye gelmişler.  Hasan sazı eline alıyor, bir cümbüş başlıyor. Sabır, Fatma ve ev sahibinin kızları , oyun oynuyorlar. Ben de onlara pantomim oynuyorum. Sazı sesini duyan Billom Goca geliyor. saz çalıp onu da oynatıyoruz. 

Radyodan Kıbrıs ile ilgili haberleri dinlerken uyuyakalıyorum.

 

 

 

150-200 arasında bildirildi. 700-800 civarında Rum- Yunan askeri esir.

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner79