Enerjinin görevi düşünceyi izlemektir. Yaşadığımız olaylar var. O olaylara anda tepkiler veriyoruz. Daha sonra  bu olayların duyguları bilinçaltı kütüphanesine e kaydolur ve biz unutuyoruz. Biz otomatikte herhangi bir olayı yaşıyoruz ve bir şekilde de yaşarken değerlendiriyoruz. Olayları öğrendiklerimize, deneyimlerimize ve genetik kodlamalarımıza göre değerlendiriyoruz. Yani bugüne kadar bizim bilerek ya da bilmeyerek, farkında olarak ya da olmayarak yapmış olduğumuz birçok parametreyi bir arada kullanarak bir yargıya varıyoruz aslında. O yargının sonucunda da beynimiz bir komut veriyor. O komuta göre de bir hormon salgılanıyor ve bir duygumuz oluşuyor. Ya da beynimizin verdiği komuta göre duygumuz oluşuyor, o duyguya göre vücut hormon salgılıyor. Duygu vücutta verdiği reaksiyon böylece gelişiyor.

Beynimize ulaşan bir bilgi, bir olay hakkındaki fikrimiz, bir yaşanmışlıkla ilgili görüşümüz vesairemiz, daha önceki, filtreli ve filtresiz bütün bilgi birikimlerimize göre değerlendirilir, ortaya bir yargı çıkar, bu yargının verdiği komuta göre ruhta bir hareket olur. Bu harekete biz duygu deriz. Bu hareketin yarattığı fiziksel reaksiyona da hormon salgısı deriz.

Farkında olarak ya da olmayarak yaşadığımız her şey bir yerlere kayıt oluyorsa herhangi bir duygumuzun sonuçlarının da kayıt olmaması mümkün değil.

Temel şemalarımızı hatırlıyor musunuz? Suçluluk,  korku, yetersizlik. Mesela bir insanda “yetersizim” temel şeması varsa kendine sürekli olarak yetersiz kalacağı senaryolar yaratıyor ki yetersizliğini kendine geri kanıtlasın. Böylece en dipte duran tüzel kişilik olan yetersizlik varlığını sürdürmeye devam eder. Bu tür bir sürü duygularımız ve temel şemalarımız var.

Temel şemaları bir tarafa koyalım, duygulara bakalım. 2 tane ana duygudan bahsetmiştik. Sevgi  ve korku. Bunlar temel duygular ise demek ki bunların altlarında da bir şeyler olacak. Mesela hoşlanma, aşk, beğenme, takdir etme gibi şeyler sevginin alt katmanlarını oluşturabilir.

Korkuya geldiğimizde ilk aklımıza gelen duygu öfkedir. Alnımızdaki iki kaşımızın ortasındaki çizgiler öfkeli olduğumuz anlardaki duygunun yüzümüze yansımasıdır. Ne kadar derinse o kadar öfkeli olduğumuzu gösterir, ama öfkeli olduğumuz şey ille de bir olay olmak zorunda değil. Bazen de mesela güneşe bakışımızdan oluşur bu çizgiler. O zaman şöyle diyebiliriz. Herhangi bir gün bir yerde öfkelendiğinizde ben sevgide miyim diye sormanıza gerek yok. Zaten korkudasınızdır. Eğer öfkeleniyorsanız, demek ki bir şeyden korkuyorsunuz. Genellikle öfkenin altında beğenilmeme, kullanılma, takdir edilmeme, zarar görme gibi duygular vardır. Zihin olmazsa duygu olmaz. Duyguyu harekete geçiren şey zihindir. Erkek enerji çok arttığında üzerimizde çok fazla enerji oluyor. Bu da bizi çok düşünmeye mahkum ediyor. Çok düşündükçe çok üretiyoruz. Çok ürettiğimizde çok öfkeleniyoruz.

Şimdi biz yaşadık, bitti. O anda öfkelendik, bağırdık çağırdık hiç problem yok. Bağırıp çağırdıksa yani boşalttıksa hiç problem yok. Kayboluyor, ama boşalmış bir şey olarak kayboluyor. Ama yaşadık… Mesela çocuk olduğumuz için annemize, babamıza, ablamıza olan kızgınlığımızı dile getiremedik; “şimdi kavga çıkmasın” dediğimiz için eşimize sesimizi çıkaramadık, vs. öfkeyi boşaltamadık. Yapabileceğimiz başka bir şey var. Öfke direkt karaciğere gider. Karaciğer de toplanır.. Yaratıcılığın tohumu vardır öfkenin içinde. Karaciğerinde değişime uğratıp bunu yaratıcılık olarak geri çıkarırsın. Bethowen’ın, Çaykowski’nin yaptığı gibi. Yine problem yok. Hemen hemen bütün yaratıcılar öfke enerjisini kullanırlar.

 

Müzik olarak çıkmak zorunda değil. Pasta da yapabilirsin. Hiç denemediğin bir yemeği deneyebilirsin. Var olanları birleştirip yeni bir şey haline getirmek; amaç bu. Bunu da yapmadın. O öfkeyi unutsan bile, o enerji, çekirdek gibi bir yerde kayıtlı kalıyor. Benzer olaylar oldukça, benzer enerjilerin birbirine çekim gücü gereği, bir başka çekirdek buraya, bir başkası buraya yapışıyor. Böyle, çekirdek güçlenen ve benzer enerjilerden dolayı artan bir şekilde zihnimizin bir yerinde var olmaya devam ediyor, o öfke çekirdek. Vücut bunu fark etmemizi ister.

Eğer bunu boşaltmamışsak, orada çekirdek varsa, bu demektir ki garez içeride duruyor. O anda boşaltmak istediğimiz enerjinin ismi garez ise, boşalmadığı için orada duruyor. Vücut da diyecek ki “kardeşim ben bu çekirdeklerden sıkıldım, istemiyorum benim planımı bozuyor. Ben enerjimi rahat dolaştıramıyorum. Gör bunu!” Bunu bana nasıl gösterecek?.. Ben öfkemi bastıran bir insanım. Gidiyor, safra kesesinde bu çekirdek kadar taş yaratıyor veya 10 tane çekirdekten oluşmuş 1 tane büyük taş, 8 tane de küçük taş yaratıyor. İşte kin safra kesesinde böyle de açığa çıkabilir. İçinde kalmışlığın farkında bile olmazsın.

 Safra kesesindeki bütün problemler kinle, gizli kin duygusu ile ilgilidir. Bir adamı çok kindar bilirsiniz, ama adamın safra kesesinde hiçbir problemi yoktur. Çünkü adam zaten kabul ediyordur kindar olduğunu. “Ben sana kinliyim kardeşim, ben kindarım” diyordur. “Ben içinde tutarım, tutarım, vakti geldiğinde sokarım” diyordur. Dolayısıyla, sonuçta boşaltıyordur. Bir şekilde kabul ediyordur, bir şekilde özgürleşiyordur. Safra kesesinde taş olarak veya çamur olarak geri dönmeye ihtiyaç kalmıyordur. Kanser en ileri noktada benmerkezciliğin tezahürüdür diyoruz; adam benmerkezci olduğunu bilirse, kanser olmuyor… kabul ederse, kanser olmuyor. Bilmeyen, kabul etmeyen kanser oluyor.

Adam farkında bile değil, sadece iyi davranıyor aslında. Kim gelirse, “benim için bunu yapar mısın” diyor, o da “tabii” diyor. “Seve seve yaparım” diyor. Aslında tek sebebi var: Beni görün, sevin, bana ihtiyacınız olsun, bana minnet duyun. Aslında onun için yapıyor. Dolayısıyla vücut da diyor ki, “kardeşim sen parayla satın alsan daha kolaydı. Almadın, iyilik yaparak satın alıyorsun insanları… Al sana, sen benmerkezcisin. Al sana kanser,” diyor. Bizim benmerkezci olma hakkımız yok zannediliyor. Böyle bir şey sözkonusu bile değil. Bedelini ödemeyi seçtiğimiz herşeyi olmak hakkına sahibiz… Katil dahi.

“Kötüye bir şey olmaz”, “iyiler erken ölür” sınır koyamayıp, kendini bilmemenin atasözüyle anlatılmasıdır.

 Hastalık çok fena bir şey. Acımasız bir uyarıcıdır dinlemesini bilene. 

Yüksek tansiyon vücudun çok öfkelenip kendini kavgaya hazırladığı bir zamanda, bütün unsurlar kavgaya hazırdır, atak yapmaya hazırlanmıştır. Enerji ona hazırdır. Adam kendini bastırır. Bütün o enerji kullanılıp açığa çıkamadığı için, dışarı çıkıp boşaltılamadığı için baskı yapar kan dolaşımı sistemine. Siz de bunu yüksek tansiyon olarak algılarsınız. Bunları ille kavga ederek değil de aikido, karate, tekvando, boks şeklinde de boşaltabilirsiniz. Önemli olan öfkeyi boşaltmak.

Düşük tansiyon insanın herkese evet demesinden kaynaklanır. Hayır demeyi düşünmeden ,her şeyi kabul etmesinden kaynaklanır. Kendi kişiliksizliklerinden diyelim; belki iyi bir şeydir, ama iyi olsa düşük tansiyon olarak geri dönmezdi. Yüksek tansiyonsa vücudun sinirlenip, öfkelenip, kızıp, kırılıp, kavgaya kendini hazırlayıp, bütün unsurları enerjisel olarak ortaya çıkarıp sonra da o kişinin kavga etmediğinde enerjinin boşalamaması yüzünden baskı yapmasından kaynaklanır. Bu bir kerede olmaz. Tansiyonunuz yükselir geçer, hasta olmazsınız. Süreğen bir yüksek tansiyon aynı kişiliği kendine oturttuğun anlamına gelir. Vücudun da sana diyor ki “bu kişilikten memnun değilim. Ya bu kişiliğinin var olduğunu kabul et, o zaman ben de bununla barışayım. Ya da bunu yapmaktan vazgeç; et kavganı, bitsin gitsin.”

Bu senin yaptığın şey sorunu çözmek değil, sorunun yerini değiştirmek. Dolayısıyla öfkeden karaciğerini, dolayısıyla kinden safra kesesini koruyorsun bu davranışınla, ama daha sonra ortaya çıkan üzüntüyle akciğerine zarar veriyorsun. Halbuki hastalık bize yargısız olmayı öğretmek için var. Hem kendimize karşı hem diğerlerine karşı. Öfkeyi biriktirmemeyi ve arkasından da üzülmemeyi öğreneceksiniz.

Her an öğreneceğimiz bir şey var. Öğrenebilmek için sessizlik gerekli.

Kendimizi dinlemeyi öğrenmek gerekli,

Sorunları çözebilmek sessizlikte olur.

Bir uyarıya ‘ama’ , ‘ fakat’, kelimelisiyle cevap verirken kendinizi buluyorsanız, dinlemeyi içselleştirmeyi atlıyorsunuz demektir.

O kadar çok eleştiriliyoruz ki kendimize savunma kalkanı oluşturuyoruz.

 Sessizlik kendini korumanın güçlü bir şeklidir. Kendinizi stresli hissettiğinizde, zor durumda kaldığınızda ya da huzur ihtiyacı içerisinde olduğunuzda kendinize sessizlik armağan edin.

 SESSİZLİK,“olmak” ve “yapmak” arasındaki dengeyi bulma yetisini kazandırır. İlk ve öncelikli olarak “insanoğlu” olduğumuzu sık sık unutur, yaşayan robotlar haline geliriz.

 SESSİZLİK, kendi zihniniz içerisinde neler olup bittiğini gözlemlemenizi sağlar ve öz farkındalığınızı artırır. 

SESSİZLİK, meşgul bir zihne dinginlik ve sükunet getirir.

 SESSİZLİK, içsel bilgeliğinizin sizinle konuşmasını sağlar ve gerçekten nelere değer verdiğinizi tekrar keşfetmenize yardımcı olur.

 SESSİZLİK, yaratma gücünüzü keşfetmenize izin verir. Düşüncelerinizin arasında ve arkasında olandır. Düşüncelerinizi yaratmak ve fikirlerinizi şekillendirmek için kullandığınız bilincin enerjisidir.

 SESSİZLİK, zihninizi tazeleyip canlandırarak, sizin için tekrar düzenler. Hayatınızın yoğunluğu içinde size bir nefes alma alanı yaratır.

 HER GÜN KENDİ KENDİNİZE SESSİZLİĞİ ARMAĞAN EDİN VE SESSİZLİĞİN YAŞAMINIZDA YARATTIĞI FARKI DENEYİMLEYİN.

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.