Avrupa Birliğinin 9.11.2016 tarihli “2016 Türkiye ilerleme raporu” yayınlandıktan sonra, Türkiye ile AB arasında iyice gerilen ortamın, Avrupa Parlamentosunun Türkiye ile ortaklık ilişkilerinin dondurulması yönündeki kararı sonrası kopma noktasına geldiği görülmektedir.

Avrupa parlamentosunun aldığı kararlar bağlayıcı değildir. Aralık ayı içerisinde yapılacak olan Liderler zirvesine tavsiye kararı niteliğindedir. İlişkilerin dondurulması veya devam etmesi hususunda asıl kararın liderler zirvesinde alınması beklenmektedir.

AB’nin 2016 Türkiye ilerleme raporunda; Ana hatlarıyla ohal şartları, idam cezası, vize muafiyeti (72 kriterden 7 eksik), Özgürlükler konusu, hukuk sistemi ve yargılamalar, siyasi iradenin yönü gibi konularında kaygı ve endişeler dile getirilmektedir.

2005 Yılında imzalan protokol ile ortaklık sürecinin son aşaması olan katılım süreci başlatılmış ve “Türkiye İçin Müzakere Çerçeve Belgesi” hazırlanmıştır. Bu belge çerçevesinde 35 Başlık tespit edilerek tarama süreci 2006 yılında tamamlanmıştır. Tarama neticesinde Türkiye’nin uyumu konusunda tespit edilen noksanlıklar ve uyumsuzluklar rapor halinde yayımlanmış, görüşmelerin her başlık üzerinden ayrı ayrı yapılarak uyumsuzlukların giderilmesi kararlaştırılmıştır. Şu ana kadar Onatlı (16) başlık açılmış, Bir (1) başlık geçici olarak kapatılmıştır. On dört (14) başlık AB Konseyi ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin siyasi nitelikli engellemeleri nedeniyle bloke edilmiş durumdadır. Beş (5) başlık ise en son görüşülmek üzere beklemektedir.

1963 yılından günümüze kadar geçen sürede; Avrupa Birliği ve Türkiye arasında birçok anlaşmazlıklar olduğu ve 1980 darbe döneminde, ilişkilerin bir süreliğine dondurulduğu bilinmektedir. Süreç içerisinde İki tarafında yapması gerekenleri zamanı içerisinde yeterince yerine getirmediği AB’nin bazı durumlarda çifte standartlar uyguladığı durumlarla karşılaşılmıştır.

Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yapılan birçok görüşme, imzalanan mutabakatlar, verilen sözler çerçevesinde, görünen kriterlerin dışında kalan Türkiye’nin tarihsel, dinsel ve demografik yapısının, Avrupa Birliğini fazlasıyla kaygılandırdığı artık bazı üye ülkeler tarafından da açık ve dolaylı yollardan ifade edilmektedir.

Avrupa Birliğinin çifte standartlarına örnek vermek gerekirse; Avrupa birliği kuruluş anlaşması hükümleri gereği, sorunları giderilmemiş hiçbir ülkeyi kesin üye sıfatı ile ortaklığı almaması gerektiği halde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini sorunlu bir ülke olarak (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye ile olan sorunları görmezden gelerek) üyeliğe kabul etmiştir. Ayrıca doğu bloğundan yeni ayrılmış ülkeleri, temel kriterleri (altyapısı, idari yapıları, ekonomileri vs.) Avrupa standartları ile uyumlu hale getirilmeden tam üyeliğe kabul etmişlerdir. Bu örneklerden fazlasıyla mevcuttur.

Türkiye’nin taahhütlerini yerine getirme konusunda; sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdiğini söylemek doğru olmaz. Türkiye’nin imzalayıp kabul ettiği konuların tekrar gündeme taşınmasının ve çıkarılması gereken yasalar konusunda yeterince istekli davranılmamasının, Avrupa birliği açısından endişe ve kaygı yarattığı ilerleme raporlarında ayrıntıları ile anlatılmıştır. Birkaç örnek olarak; idam cezası tartışmaları, balyoz kumpas davaları, hukuk sistemi ve yargılamalar, rüşvetin ve kayırmacılığın önlenmesi, özgürlükler vs. gibi konularda doyurucu yasal alt yapının oluşturulmaması söylenebilir.

Sonuç olarak: Avrupa Birliği; çerçeve belgesi ile belirlenen 35 başlığın içeriğinin, Türkiye tarafından tam olarak yerine getirilip getirilmemesinden çok Türkiye’nin tarihsel geçmişi, Müslüman bir ülke olması ve nüfus sayısının fazla olmasından kaygı duymaktadır. Avrupa kıtasının genelinde konuşulan Türklerle ilgili genel bir algı vardır. Geçmişte en tehlike rakipleri olmuş, tarihsel ve unutulmayan ancak açıkça ifade edilmese de çeşitli kaynaklarda ezeli düşman ilan edilen bir Türk Milleti olgusu mevcuttur. Avrupa birliği kuruluş itibarıyla bir Hıristiyan kulübü görünümündedir. İslam dünyasındaki radikal gelişmelerden dolayı Müslüman bir Türkiye konusunda kafaları net değildir. Bunlarla birlikte en önemlisi Türkiye’nin nüfus sayısıdır. Avrupa Birliğine üye ülkeler nüfus sayılarına göre Avrupa Parlamentosunda milletvekili sayılarını, diğer komisyonlarda ve idari birimlerde de görevli sayılarını belirlerler. AB’nin nüfusa göre en fazla milletvekili olan ülkesi Almanya’dır. Tahmini nüfusu 81.799.600 kişidir. Avrupa parlamentosunda 99 milletvekili bulunmaktadır. Türkiye’nin AB’ye girdiği takdirde(TR bugünkü tahmini nüfusu 78.741.053 kişi) beş yıl sonra Almanları geçerek, bütün görevlerde ve milletvekilliği sayında Avrupa Birliğinde birinci sıraya oturması kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Böyle bir duruma henüz hazır olamadıkları için Avrupa Birliği, birlik kriterlerini öne sürerek, üye devletlerinde ermeni tasarılarını kabul ederek bahaneler yaratmakta, tabiri caizse ipe un sermektedir.

Ancak, Gümrük Birliği ile birlikte bu güne kadar ekonomik ve finansal açıdan iyi bir Pazar haline getirdiği Türkiye’nin, Ortadoğu ile Asya’ya açılan kapı ve kalkan olarak kullandığı Türkiye’nin dışarıda bırakılamayacak kadar önemli ve hayati olduğunu bilen Avrupa Birliği, şimdilik ilişkileri bu seviyede götürmek arzusunda gözükmektedir. Yani biraz nalına biraz mıhına.

Türkiye açısından da durum pek farlı değildir. Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı ve çok uluslu büyük şirketlerin sayısı oldukça fazladır. Ekonomik ve finansal alanda faaliyet gösteren bu şirketlerin tahmini %60’dan fazlası Avrupa Birliği menşelidir ve bunlarında tahmini %50’den fazlası Alman menşelidir. Bu durumda Türkiye’nin de küstüm oynamıyorum demek gibi bir pozisyonu olması bana göre mümkün değildir. Ekonomi ve finans sektörüne ağırlıklı yön veren şirketler genellikle çok uluslu ya da yabancı menşeli şirketlerdir.  Türkiye’nin ithal ikamesine bağlı üretim gerçekleştirerek ihracat yapan bir ülke olduğu unutulmamalıdır. Avrupa Birliğinin ticari gümrük alanına bağımlı hale geldiğimiz bu ortamda, uzun vadede bu bağımlılıktan çıkamayacağımız, kısa vadede kesip atarak çıkmaya kalkarsak, Türkiye’nin çok daha büyük ekonomik, yapısal ve toplumsal zarar göreceği açıkça gözükmektedir.

Onun içindir ki; Türkiye ve Avrupa birliği yetkilileri kopacak olan ilişkilerin zarar boyutunu göz önüne alarak, çatışmacı bir yaklaşımdan bir an önce vaz geçmelidir. Bina çökerse hepimizin altında kalacağı unutulmadan uzlaşmacı bir tutumla çözüm üretmek üzere müzakerelere başlanmalıdır. Duygusallıktan ve iç siyasi beklentilerden uzak, stratejik ortaklık zemininde karşılıklı çıkarlar gözetilerek mevcut duruma çözüm aranmalıdır. AB Çifte standart uygulamalardan kaçınmalıdır.

Ayrıca; Avrupa Birliği günümüz dünyasında insan hakları, ekonomi, bireysel özgürlükler, evrensel değerler ve demokrasi açısından standartları en yüksek seviyede olan 28 üye ülkeden oluşmuş ekonomik ve siyasi bir topluluktur. 1963 yılında yapılan ortaklık anlaşması ile Türkiye cumhuriyeti devletinin bu standartları yakalaması, yurttaşlarının insan hakları ve özgürlükleri çerçevesinde ekonomik, siyasi, insani gelişmişlik düzeyinde demokrasi içerisinde daha güvenli yaşaması hedeflenmiştir. Bu hedefe ulaşmak için verilen mücadeleden asla vaz geçilmemelidir.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN hedef gösterdiği muasır medeniyetler seviyesin, Türkiye Cumhuriyeti adına yakalanması için bir basamak olan Avrupa Birliği standartlarının, Türkiye Cumhuriyetinin gelişerek ilelebet varlığını sürdürmesinde önemli bir merhale olacağı unutulmamalıdır.

Celal ÇELİK

İktisatçı Yönetim Uzmanı Avrupa Birliği Uzmanı

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.