Bir Asır Yürüdü

Ülkesini karış karış gezdi

Bir Asır Yürüdü

  

 Çağımızda hangimiz yürümenin önemini anlayabiliriz ki,

 Kimimiz sağlık için, kimimiz mecburiyetten yürümeyi tercih ederken 92 yaşındaki Mustafa Demir amca hayatını yürümeye adamış.  Ömrünün her gününü yürüyerek geçiren Mustafa Amca, kimi zaman  yaşlılardan sevgi, tebessüm, dua alırken, kimi zamanda

çocuklardan bolca enerji ve saflık almış . Herkese bir "merhaba" demiş  mesela.

‘Kafasını dinlemek için yürüyen insanın hali bellidir, ruh dinginleştiği zaman, yürüyüşün temposu da değişir’ diyerek yürüyüşün farklılığına bir karakter yüklemiş Mustafa Demir amca.

 

Her defasında aynı yolda yürünse de, farklı gözlemlerinin olduğunu, ve ayrı olanın farklılığını yakaladığını söyleyen Mustafa amca, yürümeyi hobi olmaktan çıkarmış, tutku haline getirmiş öyle ki yürüyerek Türkiye’nin her köşesini karış karış gezmiş.

 

Sizler için gerçekleştirdiğimiz bu söyleyişi sunuyorum. Bir çoğumuzun ders alarak okuyacağı bu satırlarda hayata dair küçük tüyoları da kaçırmamanızı tavsiye ederim.

 

92 yaşına gelmesine rağmen hala her yere yürüyerek, hatta yürümek denmeyecek derece de hızlı gitmesinden dolayı koşarak giden Mustafa Amca, bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

 

-“Adım Mustafa Demir, Fakir bir ailenin çocuğuydum, birçok ailenin yanında kaldım okumak için. 1948 yılının Temmuz ayında öğretmen oldum. Mut’un Ballı köyünde ilk görevimi aldım. Oradan 1951 yılında ayrıldım. Mut’un Dere köyüne geldim. İlkokul öğretmeniyim ben Oradan Ballı’ya verdiler. Gume, Çivi köyü ve Tırtar’dan çocuklar geliyordu. İki yüz bir çocuk okuttum.”

 

 Bunu söylerken de başını gururla kaldırıp kendinden emin bir eda ile söylüyor.

Devam ediyor anlatmaya,

 

“Yaz tatilinde yürüyerek Karaman’a vardım. Karaman’dan yürüyerek Konya’ya vardım. Konya’dan da Antalya’ya Burdur’a giden yolu sordum yürüyerek sırtımda battaniye, çantam ve gıda maddem kuru üzüm ve pekmezle Burdur’a vardım, gezdim inceledim.”

 

Yanına aldığı eşyaları ağırlık olmasın diye çok değil lakin yaşam kalitesini düşürmeyecek nitelikte. Eşyaları onu ısıtmış ayakta tutmuş yürüyüşlerinde.

Mustafa amca uzun yollar yürümüş, güzel yerler keşfetmiş detayları es geçmemiş ve makam mevki sahibi olan yöneticileri atlamamış gittiği yerlerde.

 

 Cümleler dökülürken dudaklarından aynı heyecanı yaşar gibi gözleriyle,

 “Antalya yolunu tarif ettiler dağlık araziden yürüyerek bir boğaza girdim, yürüdükten sonra baktım bucağın içinde bir büyük yerleşim yeri oraya vardığım zaman kaymakamın yanına valinin yanına uğrarım. Kaymakam Silifke kökenliymiş. Antalya’ya gideceğim dedim. Jeep’i çağırdı ‘Antalya dağlarının göründüğü o çıkışa götür’ dedi şoföre. Bindim beni oraya kadar bıraktı”

Yürüyüş bir terapidir diyorum ben her zaman en ucuzundan, doğalından. İnsanı biraz daha farkında olmaya zorlar. Yolun aynıysa, ne olup bitiyor kaçırma, dikkat et!

Yeni bir yer keşfediyorsan, yeni bir yol bulduysan yürümek için, o zaman da kocaman aç gözlerini bakalım neler var?  Yürüdükçe keşfet hayatı.

 

Evet. Tam çıktım köylüler var sağlı sollu.  baktım orman o zaman asfalt yok. Taksi yok oradan yürüyerek Kepez’den Antalya ya girdim. Aşağı yukarı 10-15 gün sürdü. Kepez’den indim Antalya’ ya vardım. O zaman küçük bir yerdi. Eski Konya Selçuklu devletinden kalma sur içinde yerleşim yeri pek az. Antalya’ da parkta yattım yanımda bir tek battaniyem ile. Eski Antalya’nın içini gezmeye başladım. Evler Konya Selçuklu zamanından üstü tahta altı taş. Sokaklar dar. Beş tane cami vardı orayı inceledikten sonra Karaalioğlu parkını gezdim . Orayı gezdikten sonra birde dışarıdan Murat Paşa Camisi vardı 10-15 dönüm üzerine yapılı çok büyük . Serik’e geldim küçük bir yer” dedi.

 

Biraz hüzünlü birez heyecanla durakladı Mustafa amca, bende duraksadım bekledim heyecanını geçmesini. Biraz sonra konuşmaya başlayınca anladım heyecanın nedenini.

 “Mehtaplı bir gecede yürüyorum” derken biran gülümsedi. Sonra vazgeçti yüreğinden geçini dudaklarına dökmekten olsa ki macerasına devam etti. Kim bilir hangi güzel anısını hatırladı bu anın içinde:J).

 

  “Manavgat’ı inceledim Alanya Kalesine geldim o zaman bugün ki Alanya yoktu kara çadırlar vardı. Alanya’yı gezdim. Kalenin içine çıktım, baktım; ekin tarlaları, zeytin ağaçları var. Kalenin içinde de saymadım ama 10 kadar ufak ev var. Onlarda turistik eşya satıyorlar. Ve camiyi gezdim minare Konya Selçuklularından kalmaydı, araştırdım. Oradan inerek yollarda yatarak yavaş yavaş Gazipaşa’ya geldim. Yollarda yattım yine acıkınca üzüm yedim pekmez içtim.. Bulunduğum yerde lokanta varsa ekmek alırdım peynir alırdım o zaman naylon yok peşkire sarar belime dolardım. Kısacası azık yapardım kendime. Öğretmendim,kendi maaşım vardı. İzmir, Muğla, Manisa’ ya gittim. Manisa Tarzanı’nın hayatını yazdım. Narlıdere, Kadife kale, Muğla’da çok ilginç bir şeyle karşılaşmadım. Bir şehre gittiğimde kaymakamlıksa kaymakama giderim. Emniyetse emniyet müdürüne giderim kimliği mi gösterip mutlaka”

 

İP VE ÇANIM BENİM GÜVENLİĞİMİ OLUŞTURAN

Merkezi yerlerde değil kendini güvende hissettiği yerlerde yollarda konaklamış Mustafa amca. Kendini koruyacak sistemi de kendisi geliştirmiş.

 

 “Şehir merkezinde hiç kalmadım hep yol kenarlarında yattım. Malzemelerim vardı. En çok beni koruyan çanım vardı. Belime 5- 6 metre uzunluğunda ip alıyorum. Akşam olduğunda gözlerim küçülür dizlerimin bağı çözülür. Yol kenarına çekilir taşa ipi bağlar bunu da kendime bağlarım, biri yaklaştığında ipe bağladığım çanım çalar ben uyanırım. 

 

 ZEYTİNYAĞI HAYATIMI KURTARIRDI

Küçük bir şişe şişenin içerisinde zeytinyağı yorulduğum zaman ayaklarım ağrıdığı zaman bununla ovarım ovduğum zaman vücudum dinlenir.

O zamanlar dinç ve gençtim şimdilerde yine yürüyerek seyahate çıkmak istiyorum ama evlatlarım izin vermiyor.  Üç çocuk babasıyım. Bir oğlumu kaybettim, diğeri 71 yaşında bir de kızım var. Ben 92 yaşındayım. Bana kızıyorlar ne işin var yürüyüşte başına bir hal gelecek diye endişe ediyorlar.

 

Neyse,,, bugün boşverin o günleri anlatayım ben size.  O zamanlar beni bilen tanıyan gazeteci çoktu. Cumhuriyet gazetesi,  ulus,  hürriyet hep çekimimi yaptı. Manisa Tarzanı’nı yazdım. Öğretmen iken Aşık Veysel’in yanına gittim Şarkışla’nın sivri alan köyüne. İki günde vardım İvriz’den yürüyerek ve Aşık Veysel’in bulunduğu köye vardım. Kümes gibiydi evler. İki ay kadar yanında kaldım. Artık bende okulda şair ve ozandım. 

Eşi dışarıda bulaşık yıkıyor. Evi toprak onun yanında biraz kaldım. Hayatını o zamanlarda yazdım. Âşık Veysel babası çiftçiymiş gözleri kör ya. Üstat dedim dünya neden karanlık oldu. ‘Evlat’ dedi. ‘babam çiftçiydi ‘git oğlum ben çifte gideceğim öküzlere saman dök’ dedi. Arpa dökerken öküz boynuzuyla süstü gözümü babamda başka yerde kazan hayatını’ dedi. Öyle başladı beklide hayatım dedim.

Görmeyen gözleri ile kendi dünyasının mimarı bir değer Âşık Veysel dünyanın misafir ettiği. Doğduğu yıldan ölüm yılına kadar memleketinde, ülkesinde ve dünyada anma törenlerinin unutulmadığı bir temel. Çocuk yaşta hastalık nedeniyle kaybedilen göz, seferberlikle, arkadaşın kardeşin, dostun yokluğuyla yalnızlık, sevdiğini anladığında ona bağlandığında terk eden bir eş, annesiz dünyaya direnemeyen bir evladın acısı, peşi sıra gelen anne ve babanın toprak oluşu. Yokluk, sefalet ve başkalarına mecburi bağımlı bir hayat. Bütün bunlar her zaman tecrübe kazandırdı bana.

 

 

 

Aşık Veysel ile sohbetimiz devam ederken, dökülüyor cümleler ağzından.

Uzun ince bir yoldayım

gidiyorum gündüz gece

İki kapılı bir handa

 gidiyorum gündüz gece. Evet buradaki ziyaretimle sınırlı değil hayatım. Aşık Veysel’in yanından “Manisa Tarzanı’nın yanına gittim. Manisa’ya Mut’tan bir haftada yürüyerek vardım. Oraya. ‘Nerede’ dedim. ‘Şu çıplak dağın eteğinde ama gitme kimseyi kabul etmiyor’ dediler.

 

Sivri bir tepe, önü mağara karşısında kayalar var.  Kayanın başına çıktım “hoh” dedim. Üç sefer elini gelme diye salladı. Bende o anda Erzurumlu aşığın sözü geldi aklıma.

Korkma dostum korkma dedim yeryüzünde her şeyin hekimi de vardır ilacıda vardır,  ama aşkın hekimi de yoktur ilacı da yoktur dedim

“Gel gel” o zaman dedi. Geldim yanına. Çıplak. Diz kapağı ile göbek arası meşin kilot. Çekme burunlu eğeleri say. Oturdum ‘nerden geldin’ dedi. Yanına geldim dedim. Hayatını anlatırsan yazacağım dedim. Çantam var o zaman dolma kalem. Çantamdan çıkardım kâğıdı. ‘1883 yılında Suudi Arabistan’da doğdum’ dedi. ‘İki Yörük kabilesiydik. Öbür kabile ile bizim kabile ile kan davası vardı. Bende rakip kabileden bi kıza aşık oldum. Annem babam aldırmadı bende isyan ettim Suudi Arabistan’dan Manisa’ya 33 ayda geldim’dedi. Yazdım ben acıktım dedim. ‘Bende acıktım dedi’ kol kola tutuştuk Manisa’ya geldik. ‘Ne yiyeceksin’ dedi. Koyun eti yiyeceğim dedim. ‘Bende onu yerim’ dedi. Durduk önümüzde bir jip durdu, birileri indi korktuk,  gazeteciler. ‘İkinizi de yakaladık’ dediler. ‘Sen giysili Tarzansın bu çıplak Tarzan dediler.  Bana ‘ne yazdın’ dediler.  ‘Hayatını yazdım’ dedim, ‘ ver o zaman’ dediler elimden aldılar yazdıklarımı. Sonra biz yemeğimiz yemeye gittik.

Ben masaya vurdum borcumuz ne diye soracağım.  “Ağabey borcun yok” dedi garson.  Ondan sonra yaşlı bir adam çıktı dükkân sahibiymiş, ‘ seni de tanıdım sende gazetede çıkmıştın’ dedi. İlk o zaman çıktım gazeteye”

 

Biranda geçmişten günümüze gelerek bugününü anlatmaya başladı Mustafa Amca. Aslında ben ilkokul 5’te dağlara çıktım yürüyüşe o zaman başladı benim merakım ve macerelarım.O tarihte yazları yürürdüm, Erzurum, Erzincan Otlukbeli Kars’ı inceledim. Herhangi kötü bir şey yaşamadım. Şimdi tabi yaşlandım bir de şeker hastalığı geçiriyorum. Buradan Taşucu’na yürürüm, Susanoğlu’na yürürüm, yürüyerek İmamlı’ya kadar çıkarım, Göksu boyuna çıkarım Bük değirmeni Şıhlar’ı gezer gelirim ancak” diyerek yoğunluğunu da aktarıveriyor biranda.

 

“Baba sevgisi görmedim ana sevgisi görmedim. Doğduğum diyara meslek edininceye kadar gelmedim. Devlet yurdunda kaldım okulun yatakhanesinde kaldım. En çok yemek yoğurt mercimek ak fasulye” diyor gözleri dolu dolu.

Anılarını anlatmaya yeniden başlıyor. “Öğretmenlik yaptığım okula müfettiş geldi, İki üç gün okul tatil. Burada bir çocuk var mı Toros dağlarını görsem incelesem diyor. Müdür Mustafa Demir, ‘Var Mersinli dağcı’ dedi. Hademe geldi beni çağırdı vardım müdürün yanına öğretmende var. ‘bu mu?’ dedi. ‘bu dağdan ne anlar?’ Müdür’de dedi ‘Seni dağda koyar’. İki arkadaş aldık yiyeceğimizi battaniyemizi taşıyacak. İvriz’e vardık. İvriz köyünün iki payitahtı vardı hiç duydunuz mu? ETİ devletinin.  Birinci payitahtları Amasra yöresinde, ikinci merkezi Ereğli’nin İvriz köyü. Her taraf kilise mağaralar kale yıkıntıları. Hatta bir su çıkar kayanın dibinden. Etiler bir figür yaptırmış kayaya böyle bir elinde üzüm başağı var, bir elinde de buğday başağı var.  Burada üzümde olur buğdayda. Öğretmenle çıktık. Mersin ve Tarsus köyünün aşiretiydi. Orada Karataş gediği, arpa bozan yaylaları var. Mersin’in ve Tarsus’un aşireti oraya çıkardı. Oraya çıktık Toroslar’ın en yüksek zirvesi Aydost orada kar yaz kış bitmez. Mesela doğuya gittim tarihte Urartu kalesi. Van ovasında. Urartuların mezarı savaşta yararlılık gösterenlerin mezarı büyük, Gösteremeyenlerin küçük boyda. Orada bir süre kalıp incelemelerde bulunduk.

 

Yürümek bana hiç zor gelmedi hayatım boyunca, çünkü küçük yaşta mecburiyetten yürüdkü sonra severek yürüdüm ve hayatımı Bna adadım. Geçmedik il ilçe köp kasaba koymadım.  Ankara’yı gezdim. Çankaya’yı inceledim. Parlamentoya girdim 150 milletvekili vardı o zamanlar başka yoktu. Ankara kalesine çıktım.  10 kadar ev var. 365 basamak vardı. Gölbaşında bir şey yok. Konya ya geldim Mevlana’yı ziyaret ettim”

Sonra başlıyor nasihatlarını bize Mustafa Amca, “ kızım, bildiğin bir yerde yürüyorsan eğer, hem kendinle mırıldanıp hem de etrafına daha dikkatli bakabiliyorsun. Bunu alışkanlık haline getirirsen, hatırı sayılır bir sosyal çevre de ediniyorsun. Zaten, analiz ederek, tefekkürle baktığın hangi yoldan yeni simalar, dostlar edinilmez? Ağacı, çiçeği, tomurcuğu, filizi... Bir iki derken sana iyice alışan kedilerin kısa yol arkadaşlığı... Bunlar azımsanacak şeyler mi? Hızlı hızlı geçip fark etmediğin ne varsa, bu yürüyüşlerde tanışırsın... Yürümek güzeldir... İnsanın en kendi olabildiği halidir. Hesap da yaparsın, hesap da sorarsın. Tavsiye ederim, yürümek güzeldir...   

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
torun 4 yıl önce

Ömrünü verdiği yol-da bitti ömrü Mustafa dedenin

banner36